
AMSTERDAM
Amsterdam… Kanallarda dans eden evleri, bisikletleriyle dolup taşan sokakları, çiçek pazarlarının renkleri ve sanatla nefes alan müzeleriyle Avrupa’nın en özgün şehirlerinden biri. Belki sen de çoktan bu şehri hayal etmeye başladın: Bir kanal köprüsünde gün batımını izlemek, Van Gogh’un fırça darbelerinin arasında kaybolmak, ya da Red Light District’in sıra dışı enerjisini deneyimlemek… Peki ya kısıtlı zamanda nereden başlamalı? Görülmesi gereken onlarca yer varken hangilerini önceliklendirmeli?
Tam da bu noktada sana yardımcı olacak özel bir planla geldik. Bu rehberde Amsterdam’ı 4 güne bölerek her günü tematik rotalarla işledik. Sadece gezeceğin yerler değil; sabah kahvaltısından sokak lezzetlerine, tatlı molalarından akşam pub’larına kadar tüm detaylar düşünülmüş durumda. Tek yapman gereken bisikletini ya da yürüyüş ayakkabılarını hazırlamak ve kendini bu eşsiz şehrin ritmine bırakmak. Amsterdam seni bekliyor!
Sadece sırt çantanı hazırla, rotanı seç ve bu Amsterdam macerasına başla!
Travel Guide
Amsterdam' ı Adım Adım Keşfetmeye Hazır mısın?
Senin için 4 günlük özel bir rota hazırladık.
Her gün, birbiriyle uyumlu ve yürüyerek rahatça ulaşabileceğin duraklardan oluşuyor. Sabah kahvesiyle başlayan keşif, kanallar boyunca yürüyüşler, renkli sokaklarda kısa molalar, müzelerden pazar yerlerine uzanan deneyimlerle dolup taşıyor. Hollanda’nın tarihi dokusu, modern yaşamı, hareketli meydanları ve eşsiz mutfağı bu planın içinde seni bekliyor.
İlk gün, şehrin tarihi kalbinde başlıyoruz: Centraal Station’dan Dam Meydanı’na, Kraliyet Sarayı’ndan çiçek pazarına kadar Amsterdam’ın klasik simgelerini göreceksin.
İkinci gün, kanalların büyüsünü keşfetme zamanı: Singel’den Herengracht’a, Anne Frank Evi’nden dokuz sokakların bohem havasına kadar Amsterdam’ın ruhunu en iyi anlatan köşeleri adımlayacaksın.
Üçüncü gün, kültür ve sanatla dolu: Museumplein’de dünyaca ünlü müzeler, Vondelpark’ta huzurlu yürüyüşler ve De Pijp’in sokak lezzetleri seni bekliyor.
Dördüncü gün ise şehirden çıkıp doğaya karışıyoruz: rüzgar gülleriyle masalsı Zaanse Schans ve renkli evleriyle Zaandam Amsterdam maceranı unutulmaz bir finale taşıyacak.
Kaç gün şehirde kalacağına sen karar veriyorsun; tek yapman gereken, sürene uygun rotayı seçmek. Sonrası çok kolay: Planına göz at, enerjini topla ve Amsterdam’ın kanallarla çevrili büyülü dünyasına adım at!

1. Gün - Amsterdam’ın Tarihi Kalbi
· Amsterdam Centraal Station · Damrak Street · Beuge Passage · Dam Square · Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) · Kraliyet Sarayı · Beginjhof · Kalverstraat · Bloemenmarkt · Rembrandtplein · Red Light District · Oude Kerk
Amsterdam Centraal Station - Şehrin Kapısı, Yolculuğun Başlangıcı
Sabah kahvaltısından sonra şehrin kalbine doğru ilk adımını atarken karşına çıkan görkemli Amsterdam Centraal, hem tarihi hem de modern Amsterdam’ın buluşma noktasıdır. 19. yüzyılda inşa edilen bu kırmızı tuğlalı neo-rönesans yapı, trenlerin gelip gittiği bir istasyondan çok daha fazlasını sunar; şehirle ilk karşılaşmanın enerjisini hissettirir. Önündeki geniş meydanda tramvaylar, bisikletliler ve turistlerin oluşturduğu hareketlilik Amsterdam’ın ritmini hemen yansıtır.
İçeride yüksek tavanları, vitray pencereleri ve detaylı süslemeleriyle istasyonun mimarisine göz atabilir, dışarı çıktığında ise Damrak Caddesi boyunca uzanan renkli kanal evlerinin manzarasına doğru yürüyüşe başlayabilirsin. Burası, hem şehre gelişin simgesi hem de Amsterdam keşfine başlamak için ideal bir başlangıç noktasıdır.


Kahvaltı
Güne Başlangıç: De Bakkerswinkel Centrum
Amsterdam’daki ilk gününüze tatlı bir başlangıç yapmak için De Bakkerswinkel Centrum harika bir seçim. Centraal Station’a oldukça yakın olan bu sıcak ve samimi mekan, sabahın erken saatlerinde hem taze kahve hem de fırından yeni çıkmış lezzetleriyle sizi karşılıyor.
Burada kahvaltınızı, taze pişmiş ekmekler, ev yapımı reçeller, kruvasanlar ve küçük pastalar eşliğinde yapabilirsiniz. Daha doyurucu bir seçenek isteyenler için omletler ve sandviçler de menüde mevcut. Mekanın yüksek tavanları, rustik dekorasyonu ve loş ışıkları, kahvaltınızı sıradan bir öğün olmaktan çıkarıp güne keyifli bir ritüelle başlamanızı sağlıyor.
Sıcacık kahvenizi alıp, Amsterdam’ın hareketlenmeye başlayan sokaklarına karışmadan önce burada kısa bir mola vermek, şehri keşfetmek için ihtiyacınız olan enerjiyi verecek.
Damrak Street – Kanallara Açılan İlk Adımlar
Amsterdam Centraal’in önünden çıkıp yürümeye başladığında seni karşılayan ilk geniş cadde Damrak olur. Kanal boyunca uzanan bu hareketli yol, Amsterdam’ın kartpostallara konu olan dar, renkli ve eğik cepheli evlerini göreceğin ilk noktalardan biridir. Yan yana dizilmiş bu evlerin suya yansıyan görüntüsü şehre dair aklında kalan en ikonik manzaralardan biri olacak.
Cadde boyunca yürürken bir yandan kanalda süzülen tekneleri izleyebilir, bir yandan da kafeler ve dükkânlarla çevrili sokak atmosferinin enerjisini hissedebilirsin. Özellikle sabahın erken saatlerinde kalabalık henüz artmamışken Damrak, şehri ilk kez tanımak ve fotoğraf makinenin deklanşörüne basmak için mükemmel bir başlangıç noktasıdır.




Manneken Pis – Şehrin En Ünlü Patates Kızartması
Damrak Street üzerinde yürürken önünde sürekli uzun kuyruklar göreceğiniz bir nokta var: Manneken Pis. Amsterdam’ın en popüler patates kızartması dükkanlarından biri olan bu küçük mekan, 20’den fazla sos seçeneğiyle servis edilen çıtır çıtır “friet”leriyle ünlü.
Küçük bir atıştırmalık arıyorsanız ya da hızlı bir sokak lezzeti molası vermek istiyorsanız, Manneken Pis tam size göre. En çok tercih edilen soslardan Joppiesaus veya klasik mayonez ile denemenizi öneririz.
Beurspassage – Işığın ve Mozaiklerin Tüneli
Damrak üzerinde yürürken bir anda karşına çıkan dar ve büyüleyici geçit, Beurspassage’tır. İlk bakışta sıradan bir pasaj gibi görünse de başını kaldırdığında tavanda uzanan dev mozaik panolar ve renkli ışık oyunları seni hemen içine çeker. Bu sanatsal tünel, “Amsterdam’ın gökyüzü”nü temsil eden detaylarıyla şehrin modern yüzünü tarihi dokunun içinde sunar.
Geçit boyunca mozaiklerde balık figürlerinden deniz kabuklarına kadar Hollanda’nın deniz kültürünü yansıtan desenleri keşfedebilir, zemindeki parıltılı detaylarla birlikte kendini bir sanat galerisinde yürüyormuş gibi hissedebilirsin. Üstelik burası, kalabalık Damrak caddesinden kısa bir mola verip birkaç dakikalığına görsel bir şölen yaşamak için harika bir noktadır.


Dam Square – Amsterdam’ın Nabzı
Damrak boyunca ilerlediğinde kendini bir anda şehrin kalbinde, Amsterdam’ın en bilinen meydanı olan Dam Square’de bulursun. Tarih boyunca pazarların, törenlerin ve protestoların merkezi olmuş bu geniş alan, bugün de hem turistlerin hem de yerel halkın buluşma noktasıdır.
Bir yanında ihtişamlı Kraliyet Sarayı, diğer yanında Yeni Kilise yükselirken, ortadaki Ulusal Anıt meydanın tarihsel önemini hatırlatır. Güvercinlerin özgürce uçuştuğu, sokak sanatçılarının gösteriler yaptığı bu hareketli atmosfer, Amsterdam’ın enerjisini en saf haliyle hissettirir.
Günün erken saatlerinde daha sakin bir havada fotoğraf çekmek mümkünken, akşamüstü kalabalıkla birlikte meydan adeta şehrin ritmini tutan bir sahneye dönüşür. Dam Square, Amsterdam keşfine devam etmeden önce mutlaka birkaç dakika durup çevreyi izleyerek şehri içine çekmen gereken yerlerden biridir.


Nieuwe Kerk – Sessizlik ve Tarihin İzleri
Dam Meydanı’nın hemen yanında yükselen Nieuwe Kerk, adının “yeni” olmasına rağmen 15. yüzyıldan günümüze uzanan köklü bir geçmişe sahip. Gotik mimarisiyle dikkat çeken bu kilise, Amsterdam’ın en önemli tören mekânlarından biri olarak kraliyet düğünlerine ve taç giyme seremonilerine ev sahipliği yapmış.
İçeri girdiğinde yüksek kemerler, vitray pencereler ve etkileyici ahşap işçilik sessiz bir atmosfer sunar. Burası artık aktif bir ibadet yeri değil; daha çok sanat sergileri, fotoğraf gösterimleri ve kültürel etkinliklerle şehrin sanat damarını canlı tutan bir merkez haline gelmiş durumda.
Kalabalık meydanın hemen yanı başında böylesine dingin bir alan bulmak, Amsterdam’ın kontrastlarını hissetmenin en güzel yollarından biri. Birkaç dakika durup kilisenin sessizliğinde soluklanmak, şehrin keşif temposunu dengeleyecek keyifli bir mola olabilir.


Kraliyet Sarayı – Gücün ve Görkemin Simgesi
Dam Meydanı’na hakim konumuyla Kraliyet Sarayı, Amsterdam’ın en dikkat çekici yapılarından biridir. 17. yüzyılda belediye sarayı olarak inşa edilen bu ihtişamlı yapı, Hollanda Altın Çağı’nın zenginliğini ve mimari gücünü yansıtır. Daha sonra kraliyet ailesinin kullanımına geçen saray, bugün hâlâ resmi törenlerde ve devlet davetlerinde aktif olarak kullanılmaktadır.
Dış cephesindeki sade ama heybetli mimarinin aksine içeriye adım attığında mermer salonlar, tavan freskleri ve heykellerle süslenmiş ihtişamlı bir atmosfer seni karşılar. En etkileyici bölümlerden biri, mitolojik figürlerle dekore edilmiş devasa mermer zeminli “Vatandaşlar Salonu”dur.
Eğer vaktin varsa sarayın içini gezmek, Amsterdam’ın sadece kanallar ve küçük evlerden ibaret olmadığını; aynı zamanda tarih boyunca güç ve prestijin de bir merkezi olduğunu hissettirecek güzel bir deneyim olacaktır.




Van Stapele Koekmakerij – Tek Bir Kurabiye ile Efsane
Dam Meydanı’na çok uzak olmayan bu küçük pastane, Amsterdam’ın en ünlü tatlı duraklarından biri. Van Stapele Koekmakerij sadece tek bir çeşit kurabiye satıyor: dışı çıtır bitter çikolata, içi eriyen beyaz çikolata dolgulu nefis bir lezzet.
Günün hangi saatinde giderseniz gidin kapıda sıra görmeniz şaşırtıcı değil; çünkü burası hem turistlerin hem de yerel halkın vazgeçilmezi. Sıcacık servis edilen kurabiyeler kahveyle birleştiğinde günün en keyifli mola anlarından birine dönüşüyor.
Kalverstraat – Alışverişin ve Kalabalığın Ritmi
Amsterdam’ın en işlek alışveriş caddesi olan Kalverstraat, Dam Meydanı’ndan başlayıp Muntplein’e kadar uzanır. Burada uluslararası markaların mağazalarından yerel butiklere kadar birçok seçenek bulabilirsin. Hafta sonları özellikle kalabalıklaşan cadde, şehrin canlı enerjisini hissetmek için birebir.
Tarihi binaların zemin katlarına yerleşmiş modern vitrinler, şehrin geçmişi ile bugünü arasında hoş bir kontrast oluşturur. İstersen alışveriş molası verebilir, istersen sadece bu hareketli caddede yürüyerek Amsterdam’ın günlük hayatına tanıklık edebilirsin. Kalverstraat, her adımda farklı bir ses, koku ve hareketlilik sunarak şehri “yaşayan” bir atmosfere bürür.


Begijnhof – Gizli Avlunun Sakinliği
Kalverstraat’ın kalabalığından ayrılıp dar bir kapıdan içeri adım attığında karşına çıkan Begijnhof, Amsterdam’ın en huzurlu köşelerinden biridir. Orta Çağ’dan kalan bu avlu, bir zamanlar dini topluluk olan Beguineler’in yaşadığı evleri barındırır.
Sessiz atmosferi, bakımlı bahçeleri ve karakteristik tarihi evleriyle burası, şehrin karmaşasından kaçıp dinginlik bulabileceğin gizli bir sığınaktır. Avlunun içinde Amsterdam’ın en eski ahşap evlerinden biri de bulunur; fotoğraf severler için eşsiz bir kare sunar.
Begijnhof, şehrin kalbinde saklı kalmış bu sürpriziyle sana Amsterdam’ın sadece canlı ve hareketli yüzünü değil, aynı zamanda dingin ve derinlikli ruhunu da gösterir.




Lanskroon Bakery – Singel Kanalı Kıyısında Tatlı Bir Durak
Beginjhof’a yürüme mesafesinde, Singel kanalı üzerinde yer alan Lanskroon Bakery, Amsterdam’ın en sevilen fırınlarından biri. Özellikle büyük boy ve karamel dolgulu stroopwafel’leriyle ünlü olan bu mekan, şehri gezerken tatlı bir mola vermek için birebir.
Küçük ama samimi atmosferinde kahvenizi yudumlayabilir, yanına taze stroopwafel ya da kruvasan alabilirsiniz. Singel kanalı manzarası eşliğinde oturmak, Amsterdam’ın gündelik hayatını izlerken şehri hissetmenin en güzel yollarından biri.
Bloemenmarkt – Çiçeklerin Renkli Dünyası
Amsterdam kanallarının kenarında uzanan Bloemenmarkt, dünyanın tek yüzen çiçek pazarı olarak ünlüdür. Renkli laleler, mevsimlik çiçekler ve minik bitki saksılarıyla dolu bu pazar, şehrin en fotojenik noktalarından biridir. Sabahın erken saatlerinde ziyaret etmek, hem kalabalıktan uzak olmak hem de taze çiçeklerin kokusunu hissetmek için ideal bir zamandır.
Pazar boyunca yürürken çiçek satıcılarının enerjisi ve kanalın yansıyan manzaraları birleşerek adeta bir tablo yaratır. Burada sadece alışveriş yapmak değil, küçük bir yürüyüş ve fotoğraf molası vermek bile Amsterdam deneyimini daha renkli kılar. Lalelerden oluşan minyatür buketler veya geleneksel Hollanda çiçek soğanları, hatıra olarak alabileceğin sevimli seçeneklerdir.




Zero Zero – Çiçek Pazarına Yakın Sandviç Noktası
Bloemenmarkt’ın (Çiçek Pazarı) hemen yakınında bulunan Zero Zero, Amsterdam’da hızlı ama lezzetli bir öğle molası için ideal. İtalyan esintili sandviçleriyle bilinen bu küçük mekan, taze malzemelerle hazırlanan doyurucu seçenekler sunuyor.
Özellikle prosciutto, mozzarella ve taze fesleğenle hazırlanan sandviçleri en çok tercih edilenler arasında. Dışı çıtır ekmek, içi ise zengin malzemelerle dolu olan bu sandviçler, yoğun gezi temposunda hem pratik hem de enerji veren bir seçim oluyor.
Rembrandtplein – Sanatçının Meydanı, Eğlencenin Kalbi
Amsterdam’ın en hareketli meydanlarından biri olan Rembrandtplein, adını ünlü ressam Rembrandt van Rijn’den alır ve hem sanat hem de eğlence atmosferini bir arada sunar. Meydanın ortasında yer alan Rembrandt heykeli, fotoğraf çekmek için popüler bir noktadır.
Etrafında kafeler, barlar ve gece kulüpleri sıralanırken, günün her saati farklı bir enerji hissedilir. Öğleden sonra yürüyüşü sırasında bir kafeye oturup kahveni yudumlayabilir, sokak müzisyenlerinin melodilerini dinleyerek meydanın canlılığını deneyimleyebilirsin. Akşam olduğunda ise ışıkların yanmasıyla birlikte meydan, Amsterdam’ın gece hayatının kalbine dönüşür.
Burada geçireceğin kısa bir mola, hem sanat hem de şehir hayatının ritmini hissetmene olanak sağlar.


Rembrandtplein’den Red Light District’e – Kanallar Arası Tarihi Yürüyüş
Rembrandtplein’den Red Light District’e geçmek, Amsterdam’ın tarihini ve kanallarını keşfetmek için en keyifli yürüyüş rotalarından biridir. Meydandan çıkarak Holvemoonsteeg Köprüsü üzerinden Amstel Nehri kıyısına ulaşıyorsun; buradan suyun kenarında yürüyerek şehrin klasik kanal manzaralarını izleyebilirsin.
Kloveniersburgwal kanalı boyunca devam ederken, tarihî evler ve köprüler arasından süzülen ışıklar adeta bir tablo oluşturur. Bu yürüyüş, Nieuwmarkt Meydanı’na ulaştığında sona eriyor; meydanda yer alan De Waag binası, hem fotoğraf için hem de kısa bir duraklama için mükemmel bir noktadır. Buradan sağa dönerek Red Light District’in girişine adım atabilirsin.


Red Light District – Sıradışı Işıkların Gölgesinde
Amsterdam’ın en ünlü ve tartışmalı bölgesi olan Red Light District (De Wallen), tarih boyunca şehrin ticaret ve eğlence merkezi olmuş bir alanın günümüzdeki modern yansımasıdır. Dar sokaklar ve eski kanal evlerinin arasında yürürken, vitrinlerdeki kırmızı ışıkların arkasında çalışan profesyonelleri görebilirsin; burası Amsterdam’ın “özgürlük” anlayışının simgelerinden biri olarak kabul edilir.
Red Light District’i keşfederken dikkatli olmak önemlidir; fotoğraf çekerken insanların mahremiyetine saygı göstermek gerekir. Günün erken saatlerinde ziyaret etmek, bölgenin hem tarihî hem de kültürel yüzünü daha sakin bir şekilde deneyimleme imkânı sunar.


Bölgeyi keşfederken yapabileceğin aktiviteler şunlardır:
Tiyatro ve Kültürel Etkinlikler: Bölge, küçük tiyatrolar ve gösteri salonlarıyla da dikkat çeker. Özellikle yetişkinlere yönelik tiyatrolar, interaktif performanslar ve film gösterimleri yapılır.
Sinema ve Müzik Deneyimi: Red Light District’te özel sinema salonları bulunur; burada bağımsız ve yetişkin temalı filmleri izleyebilirsin. Ayrıca sokaklarda canlı müzik ve performanslara denk gelme şansın yüksek.
Red Light Windows (Kırmızı Işık Kabinleri): Bu ünlü vitrinler, bölgenin simgesidir. Burada çalışan profesyonellerin yanında kısa bir gözlem yapabilir, bölgenin ritmini ve atmosferini deneyimleyebilirsin.
Küçük Barlar ve Kafeler: Dar sokaklarda yer alan kafelerde bir kahve molası veya bir içki ile çevrenin enerjisini izleyebilirsin.
Oude Kerk – Amsterdam’ın En Eski Tanığı
Red Light District’in ortasında yer alan Oude Kerk, şehrin en eski ve en etkileyici yapılarından biridir. 14. yüzyılda inşa edilen bu gotik kilise, tarih boyunca Amsterdam’ın dini ve toplumsal yaşamının merkezi olmuş, bugüne kadar ayakta kalmayı başarmıştır.
İçeri adım attığında yüksek kemerler, vitray pencereler ve detaylı ahşap işçilik seni karşılar; mekanın sessizliği, dışarıdaki hareketli sokaklarla kontrast oluşturur. Kilise içinde ayrıca Amsterdam tarihini yansıtan eserler ve sanat objeleri bulunur, bu da burayı sadece dini bir mekan değil, aynı zamanda kültürel bir merkez haline getirir.
Oude Kerk, Red Light District’in kalbinde duraklamak için harika bir nokta; hem şehrin tarihine tanıklık eder hem de sokakların hareketinden kısa bir mola vermeni sağlar. Burada birkaç dakika durup çevreyi izlemek, Amsterdam’ın geçmişi ve bugünü arasındaki bağı hissetmenin en güzel yollarından biridir.


The Seafood Bar – Amsterdam’da Denizden Sofraya
Gün boyu tarihi sokaklarda dolaştıktan sonra, akşamı taze deniz ürünleriyle taçlandırmak istersen The Seafood Bar tam doğru adres. Modern ve şık dekorasyonu, ferah atmosferi ve özenle hazırlanmış menüsüyle hem şık bir akşam yemeği hem de keyifli bir deneyim sunar.
Menüde istiridyeden karidese, ıstakozdan levreğe kadar birçok seçenek bulabilirsin. Özellikle Seafood Platter (deniz ürünleri tabağı), masaya renk katarken paylaşmak için harika bir tercih olur. Yanına hafif bir beyaz şarap ya da köpüklü bir içki eşlik ettiğinde akşam, Amsterdam’da unutulmaz bir gastronomi deneyimine dönüşür.
The Seafood Bar, sadece yemekleriyle değil, aynı zamanda taptaze malzemeleri ve hızlı servisiyle de öne çıkar. Şehrin enerjisini hissetmek, günün yorgunluğunu şık bir ortamda atmak isteyenler için kesinlikle tavsiye edilen bir durak.

2. Gün – Kanalların Büyüsü & Jordaan
· Singel Kanalı · Herengracht, Reguliersgracht, Prinsengracht · Negen Straatjes (Runstraat, Wolvenstraat, Hartenstraat) · Anne Frank Evi · Damrak Kanalları Tekne Turu · Leidseplein


Singel Kanalı – Şehrin Kalbine Açılan İlk Kapı
Amsterdam gezisinin 2. gününe başlarken Amsterdam Centraal Station’dan çıkar çıkmaz seni karşılayan ilk büyük kanal Singel Kanalı oluyor. Eskiden şehri çevreleyen savunma hattının bir parçası olan bu kanal, bugün tarihi evleri, çiçek pazarına (Bloemenmarkt) uzanan hattı ve köprüleriyle Amsterdam’ın en karakteristik noktalarından biri.
Yürüyüşüne buradan başlamak, hem kanalların düzenini anlamanı hem de şehrin kalbine doğru ilerlerken Amsterdam’ın günlük yaşamını yakından hissetmeni sağlıyor. Singel boyunca ilerlerken sıra sıra dizilmiş dar cepheli evler, köprü manzaraları ve kanal kıyısındaki küçük kafeler günün ilk keşiflerini keyifli hale getiriyor.
İstersen buradan devam ederek diğer kanallara (Herengracht, Reguliersgracht, Prinsengracht) kolayca geçiş yapabilirsin.
Kanallar Arasında Bir Yolculuk
Singel’den başlayan yürüyüşün, seni Amsterdam’ın en güzel kanal geçişlerine götürüyor. Centraal Station’dan girip Singel boyunca ilerledikçe, şehrin ortaçağdan bugüne nasıl genişlediğini adım adım hissediyorsun.
Herengracht – “Asil İnsanların Kanalı”
Singel’den sonra ilk durağın Herengracht. Bir zamanlar Amsterdam’ın en zengin tüccarlarının evlerinin sıralandığı bu kanal, bugün hâlâ görkemli cepheleriyle etkiliyor. Burada yürürken tarihi konakların ihtişamı, Amsterdam’ın Altın Çağı’ndan izler taşıyor.


Reguliersgracht – Köprülerin Dansı
Herengracht’tan devam ettiğinde, Reguliersgracht seni bekliyor. Özellikle Reguliersgracht ile Keizersgracht’ın kesiştiği nokta mutlaka görülmeli. Burada arka arkaya sıralanan köprüler, akşam saatlerinde ışıklarla parladığında Amsterdam’ın en büyüleyici manzaralarından birini sunuyor. Fotoğraf severler için adeta bir kartpostal karesi!


Prinsengracht – Şehrin Kalbindeki Hayat
Bir sonraki durak Prinsengracht. Bu kanal biraz daha gündelik hayatın içinde; kafeler, bisikletliler, küçük butik dükkânlar burada daha yoğun. Amsterdam’ın yaşanabilir enerjisini hissetmek için ideal.


Negen Straatjes – “Dokuz Sokak”ların Renkli Dünyası
Kanallar arasında yürüyüşünü tamamladıktan sonra kendini Negen Straatjes’te buluyorsun. Buradaki küçük sokaklar vintage butikleri, bağımsız tasarımcı mağazaları ve sıcak kafeleriyle Amsterdam’ın en keyifli alışveriş ve keşif noktalarından biri.
Runstraat: Dar taş sokakları ve renkli cepheleriyle fotoğrafçılar için ideal. Sokak boyunca dizilmiş butik dükkanlar, el yapımı ürünler ve mini galeriler gözüne çarpıyor.
Wolvenstraat: Biraz daha sakin ama şirin kafeleri ve küçük galerileriyle öne çıkıyor. Burada kısa bir kahve molası verip sokakların atmosferini soluyabilirsin.
Hartenstraat: Sokak boyunca modern tasarım mağazaları ve dekoratif objeler bulabileceğin Hartenstraat, alışveriş meraklıları için keyifli bir durak.




Fabel Fried – Amsterdam’ın Meşhur Patates Kızartması
Kanallar arası yürüyüş sırasında enerjiye ihtiyaç duyduğun bir noktada, Fabel Fried hızlı ve lezzetli bir durak. Buranın asıl yıldızı, Hollanda’nın klasik lezzeti patates kızartması (frites).
Sıcak, çıtır çıtır ve dışı hafif tuzlu patatesler, yanında sunulan çeşitli soslarla birlikte Amsterdam sokak lezzetlerinin tadını en iyi şekilde yansıtıyor. Özellikle Joppiesaus ve klasik mayonez kombinasyonu, mekanın en çok tercih edilen seçenekleri arasında.
Burada küçük bir mola verip patates kızartmalarını kanalların manzarası eşliğinde tadabilirsin. Hızlı, doyurucu ve enerji verici bu atıştırmalık, yürüyüşe devam etmeden önce seni yeniden canlandıracak.
Prinsengracht – Reestraat Köprüsü’nde Kartpostal Karesi
Bu üç sokaktan geçtikten sonra, Prinsengracht Kanalı boyunca yürüyüşe devam ediyorsun. Kanaldaki yürüyüş, tarihi Amsterdam evlerinin ve köprülerin manzaralarıyla adeta bir tablo gibi.
Prinsengracht boyunca ilerlerken, Reestraat Köprüsü’ne ulaştığında durup etrafına bakmanı öneririm. Kanalın her iki tarafındaki klasik Amsterdam evleri, köprünün altında süzülen su ve kanala yansıyan renkler, mükemmel bir fotoğraf karesi oluşturuyor. Burası hem gün ışığında hem de akşamüstü ışıklarıyla büyüleyici bir açı sunuyor ve Amsterdam’ın kanallarla örülü büyüsünü hissetmek için harika bir durak.
Anne Frank Evi – Tarihe Kısa Bir Dokunuş
Prinsengracht’taki Reestraat Köprüsü’nden yürüyerek ilerlediğinde, Amsterdam’ın en bilinen tarihi duraklarından biri olan Anne Frank Evi karşına çıkıyor. Burası, II. Dünya Savaşı sırasında Anne Frank’ın saklandığı ev olarak ünlü.
Gezini burada uzun tutmak istemiyorsan, sadece dış cephesini görmek ve kısa bir fotoğraf molası vermek de yeterli.


Brouwersgracht × Prinsengracht – Kanalların Buluşma Noktası
Prinsengracht boyunca yürürken ulaştığın Brouwersgracht ve Prinsengracht kesişimi, Amsterdam’ın kanal sisteminin en ikonik noktalarından biri. Burada, tarihi evler, kanallara yansıyan ışıklar ve köprülerin ritmi adeta bir kartpostal kareleri sunuyor.
Köprü üzerinde durup etrafa baktığında, kanalların birbirine kavuştuğu bu noktada hem şehir manzarasının hem de suya yansıyan ev cephelerinin tadını çıkarabilirsin. Fotoğrafçılar için en popüler açılardan biri; özellikle gün batımı sırasında ışıklar suya yansıyınca manzara büyüleyici bir hâl alıyor.


Damrak Kanalları Tekne Turu – Amsterdam’ı Su Üzerinden Keşfet
Prinsengracht ve Brouwersgracht yürüyüşünü tamamladıktan sonra, Damrak üzerinden başlayacak kısa bir kanal tekne turu, Amsterdam’ı farklı bir açıdan görmenin en keyifli yollarından biri. Şehir merkezinin kalbinde, tarihi binalar ve renkli kanal evleri suyun üzerinden geçerken bambaşka bir perspektif sunuyor.
Tekne turu sırasında, şehrin ünlü kanallarını bir arada görebilir, köprülerin altından geçerken suya yansıyan ev cephelerini izleyebilirsin. Yaklaşık 1 saat süren bu yolculuk, yürüyüşten sonra hem dinlendirici hem de görsel olarak tatmin edici bir mola niteliğinde.
Kanal Turundan Leidseplein’e – Şehir Ritmini Hisset
Damrak kanalları tekne turunu tamamladıktan sonra, kanal kenarındaki iskelenin hemen yakınından tranvayla Leidseplein’e ulaşmak oldukça kolay. Yaklaşık 10-15 dakikalık bir yolculukla şehrin en hareketli meydanlarından birine varıyorsun.
Tranvay yolculuğu boyunca Amsterdam’ın sokak hayatını gözlemleyebilir, bisikletlilerin ve yerel halkın günlük ritmini yakından hissedebilirsin. Leidseplein’e vardığında ise kafe ve barların, canlı müzik mekanlarının, tiyatroların ve restoranların enerjisi seni karşılıyor. Burası günün sonunda bir akşam yürüyüşü, yemek veya eğlence için ideal bir durak.
Not: Tranvay biletini önceden alabilir veya OV-chip kartını kullanabilirsin; meydanda inince meydanın merkezine yürüyerek kolayca ulaşabilirsin.
Leidseplein – Amsterdam’ın Enerjik Meydanı
Tranvaydan indikten sonra kendini Amsterdam’ın en canlı meydanlarından biri olan Leidseplein’de buluyorsun. Burası hem yerel halkın hem de turistlerin buluşma noktası; günün her saati hareketli ve enerjik bir atmosfer sunuyor.
Meydan çevresinde çok sayıda kafe, bar, restoran ve tiyatro bulunuyor. Sokak sanatçıları ve müzisyenler, meydanı adeta açık hava bir sahneye dönüştürüyor. Akşamları ise ışıklar altında canlı müzik dinleyebilir, bir kokteyl eşliğinde günün yorgunluğunu atabilirsin.
Leidseplein, özellikle akşam saatlerinde Amsterdam’ın gece hayatını deneyimlemek için ideal bir durak. Burada bir yürüyüş yapabilir, meydandaki kafelerde oturup insanların akışını izleyebilir veya meydan etrafındaki bar ve publarda eğlenceli bir akşam geçirebilirsin


Leidseplein’de Akşam Yemeği Seçenekleri
Leidseplein’de akşamı tamamlamak için hem lezzetli hem de farklı konseptlere sahip restoranlar seni bekliyor. İşte öne çıkan üç harika seçenek:
The Lebanese Sajeria
Otantik Lübnan mutfağının tadını çıkarabileceğin bu mekan, taze mezeler, humuslar ve lavash ekmekleri ile öne çıkıyor. Kuzu şişler ve baharatlı tavuk seçenekleriyle de akşam yemeğine farklı bir tat katıyor.
(Herkese uygun, özellikle hafif ve aromatik tatlar sevenler için)
Cannibale Royale Ruysdael
Et ve burger odaklı modern bir restoran. Menüde özenle hazırlanmış et burgerler, ribeye ve antrikot gibi klasikler, yanında çıtır patates ve özel soslarla servis ediliyor. Rahat ve samimi ortamı, arkadaş grupları veya et severler için mükemmel bir seçim.
(Et severler ve enerjik, modern bir akşam arayanlar için)
De Silveren Spiegel
17. yüzyıldan kalma tarihi bir binada hizmet veren bu restoran, klasik Hollanda mutfağının en güzel örneklerini sunuyor. Geleneksel et yemekleri, Hollanda peynirleri ve tatlı seçenekleriyle tarihi bir atmosfer eşliğinde yemek yiyebilirsin. Ahşap tavanlar ve antika dekor, akşamına nostaljik bir dokunuş katıyor.
(Tarih ve klasik Hollanda yemeklerini keşfetmek isteyenler için ideal)
Holland Casino – Akşam Eğlencesine Devam
Leidseplein’de akşam yemeğini tamamladıktan sonra, biraz şansını denemek veya geceye farklı bir enerji katmak istersen Holland Casino’ya uğrayabilirsin. Meydanın merkezine oldukça yakın olan bu mekan, modern dekoru ve çeşitli oyun seçenekleriyle dikkat çekiyor.
İster klasik masa oyunları (rulet, blackjack, poker) ister slot makineleriyle eğlen, Holland Casino her seviyeden oyuncuya uygun bir deneyim sunuyor. Akşamın ilerleyen saatlerinde canlı müzik ve rahat bar alanlarıyla da keyifli bir ortam yaratıyor.
İpucu: İlk kez geliyorsan, girişte kimlik kontrolü yapılacağını ve 18 yaş sınırı olduğunu unutma. Küçük bir bütçe ile başlamak, geceyi rahat ve eğlenceli geçirmeni sağlar.
Gece Kulüpleri ve Leidseplein’in Enerjisi
Leidseplein bölgesinde akşam yemeğini tamamladıktan sonra gece hayatını keşfetmek isteyenler için çevredeki ünlü gece kulüpleri harika seçenekler sunuyor. İşte Amsterdam'ın en popüler gece kulüplerinden bazıları:
Paradiso – Tarihi Bir Kilisede Müzik Deneyimi
Paradiso, eski bir kilise binasında yer alan ve Amsterdam'ın en prestijli müzik mekanlarından biri olarak bilinir. Görkemli vitray pencereleri ve tarihi atmosferiyle dikkat çeker. Burada dünya çapında sanatçılar konser verirken, aynı zamanda kulüp geceleri ve DJ performansları da düzenlenmektedir. Müzik yelpazesi oldukça geniştir; rock, pop, elektronik, hip-hop gibi birçok türde etkinlikler bulunmaktadır.
Jimmy Woo, Amsterdam'ın en lüks gece kulüplerinden biridir. Şık iç mekan tasarımı ve ünlü DJ performanslarıyla tanınır. Giriş için genellikle belirli bir kıyafet kodu ve rezervasyon gereklidir. Hafta sonları özellikle kalabalık olan bu mekan, enerjik atmosferi ve kaliteli müzikleriyle gece hayatının nabzını tutmak isteyenler için ideal bir tercihtir.
jimmy Woo – Lüks ve Şıklığın Adresi
Melkweg – Müzik ve Kültürün Buluşma Noktası
Melkweg, Amsterdam'ın en ikonik müzik ve kültür merkezlerinden biridir. Eski bir süt fabrikasında yer alan bu mekan, konserler, DJ performansları, film gösterimleri ve sanat sergileri gibi çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır. Geniş kapasitesi ve çeşitli etkinlik programları ile her yaştan ve zevkten insana hitap etmektedir. Haftanın her günü etkinlik düzenlenmektedir ve bazı gecelerde sabahın ilk ışıklarına kadar devam eden programlar sunulmaktadır.

3. Gün – ???
· Singel Kanalı · Herengracht, Reguliersgracht, Prinsengracht · Negen Straatjes (Runstraat, Wolvenstraat, Hartenstraat) · Anne Frank Evi · Damrak Kanalları Tekne Turu · Leidseplein
Back to Black – Weteringstraat: “Güne Kahveyle Dönüş”
Amsterdam’da üçüncü gününe sakin ama güçlü bir başlangıç yapmak istiyorsan, Back to Black Weteringstraat tam sana göre. Şehrin kahve kültürünü en iyi temsil eden yerlerden biri olan bu butik kafe, kendi kavurdukları kahveleriyle ünlü.
Minimalist iç tasarımı, taze kek ve kruvasan kokusuyla birleşince, müze bölgesine gitmeden önce kısa bir dinlenme ve planlama noktası haline geliyor.
Kahveni al, cam kenarına otur ve sabah ışığında şehrin yavaş uyanışını izle.
Museumplein – “Sanatın Kalp Atışı”
Amsterdam’ın kültürel ruhunu en yoğun hissedeceğin yer, hiç kuşkusuz Museumplein. Devasa yeşil çimleri, çevresini saran müzeleri ve sokak müzisyenlerinin tınılarıyla burası, sanatla doğanın buluştuğu açık hava galerisi gibi.
Sabah kahveni içtikten sonra Back to Black’ten kısa bir yürüyüşle ulaşacağın bu meydanda, ister çimlere uzanıp Van Gogh’un güneşlerini hayal et, ister Rijksmuseum’un zarif cephesine doğru yürüyüşe çık. Yaz aylarında havuz başında dinlenmek, kış aylarında ise buz pistinde kaymak, Museumplein’i yılın her dönemi canlı kılıyor.
Rijksmuseum – “Hollanda’nın Altın Çağına Açılan Kapı”
Amsterdam’ın en görkemli yapılarından biri olan Rijksmuseum, yalnızca bir müze değil, adeta zamanın içinde bir yolculuk. 19. yüzyıldan kalma ihtişamlı binasıyla Museumplein’in merkezinde yükselen bu yapı, Hollanda’nın sanatsal mirasını en güçlü şekilde yansıtıyor.
İçeri adım attığında seni Rembrandt, Vermeer ve Frans Hals gibi ustaların eserleri karşılıyor. Özellikle Rembrandt’ın efsanevi tablosu “The Night Watch (Gece Devriyesi)”, kalabalığın arasından bile dikkatini hemen çekiyor — tablo adeta ışık ve gölgenin dansı gibi.
Görmeden Çıkma:
“The Milkmaid” – Vermeer’in zarif sadeliği
“The Threatened Swan” – Hollanda’nın sembolik direniş simgesi
Müzenin zarif kütüphanesi – sessizliğin içinde sanatla dolu bir sığınak
Van Gogh Museum – “Duyguların ve Renklerin Patlaması”
Bir ressamın ruhuna bu kadar yakından tanıklık edebileceğin çok az yer vardır. Van Gogh Museum, sadece tabloların değil, bir insanın iç dünyasının da sergilendiği bir alan gibi.
Dünyanın en büyük Vincent van Gogh koleksiyonuna ev sahipliği yapan müze, sanatçının yaşamının farklı dönemlerine dokunuyor: Nuenen’deki kasvetli tarlalardan Arles’in sarı tarlalarına, Saint-Rémy’deki fırtınalı duygulara kadar her fırça darbesi bir hikâye anlatıyor.
Mutlaka Görülmeli:
“Sunflowers (Ayçiçekleri)” – umut ve ışığın sembolü
“Bedroom in Arles” – sanatçının yalnızlığına pencere
Kendini Portreler – Van Gogh’un içsel savaşının sessiz tanıkları
Roemer Visscherstraat – “Yedi Ulusun Mimarisi”
Rijksmuseum’un arkasından kısa bir yürüyüşle ulaşacağın Roemer Visscherstraat, Amsterdam’ın en karakteristik sokaklarından biri. Burada seni bekleyen şey bir sır değil, adeta mimari bir hikâye kitabı.
Sokağın en dikkat çekici bölümü, “Zevenlandenhuizen” (Yedi Ulus Evleri) olarak bilinen yedi farklı mimari tarza sahip sıra evlerdir. 19. yüzyılın sonunda mimar Tjeerd Kuipers tarafından tasarlanan bu yapılar, her biri bir ülkeyi temsil edecek şekilde inşa edilmiş: İspanya’nın sıcak tonları, Fransa’nın zarafeti, Almanya’nın gotik detayları ve Hollanda’nın sade çizgileri burada yan yana durur — tıpkı Avrupa’nın bir minyatürü gibi.
Vondelpark – “Şehrin Kalbinde Bir Nefes”
Amsterdam’ın en büyük ve en sevilen parkı olan Vondelpark, günün koşuşturmacasından uzaklaşmak isteyen herkes için bir kaçış noktası. Sabah spor yapan yerel halk, paten kayan gençler, piknik yapan gruplar ve köpeğini gezdiren Amsterdamlılar… Hepsi bu parkta buluşur.
Adını Hollandalı şair Joost van den Vondel’den alan park, 19. yüzyıldan bu yana şehrin nefes alma alanı olmuş. Kıvrılarak ilerleyen göletleri, yemyeşil çimleri ve dev ağaçların altındaki gölgelik alanlarıyla burası sadece bir park değil, Amsterdam’ın en samimi yüzü.
Lomanstraat – “Ağaçların Dans Ettiği Sokak”
Vondelpark’tan kısa bir yürüyüşle ulaşabileceğin Lomanstraat, Amsterdam’ın gizli güzelliklerinden biri. Burada sokağın iki yanında yükselen ağaçlar, gökyüzüne doğru eğilerek adeta birbirine dokunur — ortaya çıkan manzara ise bir doğal tünel gibidir.
Rüzgâr estiğinde yaprakların hışırtısı, dar kaldırımda yürüyenlerin yankısı ve sokaktan geçen bisikletlerin sesiyle burası tam anlamıyla huzurun adresi. Günün hangi saatinde gelirsen gel, ışığın ağaç dallarından süzülüşü etkileyici kareler yakalamanı sağlar.
Heineken Experience – “Biranın Köpüğünde Bir Yolculuk”
Amsterdam’ın en ikonik deneyimlerinden biri olan Heineken Experience, klasik bir müze gezisinden çok daha fazlası — burası adeta bir marka hikâyesinin içinden geçmek gibi. 19. yüzyıldan kalma eski bira fabrikasında yer alan bu interaktif müze, Hollanda’nın dünyaya armağan ettiği efsane bira markasının geçmişini canlı bir atmosferde anlatıyor.
İçeride üretim sürecinden pazarlama tarihine, eski bira fıçılarıyla dolu odalardan dijital deneyim alanlarına kadar birçok bölüm seni bekliyor. En keyifli kısmı ise turun sonunda: taze Heineken biranı yudumlayarak Amsterdam manzarasının tadını çıkarıyorsun.
De Pijp – “Yerel Yaşamın Ritimleri”
Amsterdam’ın bohem kalbi olarak bilinen De Pijp, renkli sokakları, kokulu baharat dükkanları ve küçük butik kafeleriyle şehrin en canlı bölgelerinden biri. Eskiden işçi sınıfının yaşadığı bu mahalle, bugün hem yerel halkın hem de gezginlerin favori adreslerinden biri haline gelmiş durumda.
Burada sokaklar hep hareketlidir; kahve makinelerinin sesi, taze pişen waffle kokusu ve bisiklet zilleri birbirine karışır. Ana caddesi Ferdinand Bolstraat, kafe ve restoranlarla doludur — sabah kahvesinden akşam yemeğine kadar geçen zamanı burada fark etmeden geçirirsin.
Albert Cuypmarkt – “Amsterdam’ın Sokak Tadında Pazarı”
De Pijp’in kalbinde kurulan Albert Cuypmarkt, 1905’ten bu yana Amsterdam’ın en canlı açık hava pazarı. Şehrin gerçek yüzünü görmek, yerel halkla iç içe olmak ve Hollanda’nın günlük yaşamına dokunmak isteyen herkesin uğraması gereken bir durak.
Yaklaşık 260 tezgâhın sıralandığı bu uzun caddede taze sebzeler, peynirler, çiçekler, kıyafetler, hediyelik eşyalar ve sokak lezzetleri bir arada. En çok ilgiyi çekenler ise elbette hollanda usulü waffle (stroopwafel), kızarmış ringa balığı (haring) ve taze sıkılmış meyve suları.
Rudi’s Original Stroopwafels - Sıcak, yeni yapılmış stroopwafel
Tezgâh “fried fish / kibbeling standları” - Kibbeling (pane ile kızartılmış balık parçaları)
Stroopwafel & tatlı stantları (çeşitli satıcılar) - Taze yapılmış stroopwafel, poffertjes
Brouwerij Troost De Pijp – “El Yapımı Biranın Amsterdam’daki Samimi Yüzü”
Albert Cuypmarkt’ın kalabalığından birkaç adım uzaklaştığında, De Pijp mahallesinin sıcak atmosferinde karşına çıkan Brouwerij Troost, Amsterdam’ın en sevilen butik bira üreticilerinden biri. Eski bir manastır binasında yer alan bu mekan, endüstriyel ama samimi havasıyla hem yerel halkın hem de gezginlerin favorisi haline gelmiş.
Burada kendi üretimleri olan IPA, Blond, Weizen gibi biraları deneyebilir, menüdeki pub yemekleri ve ev yapımı burgerlerle mükemmel bir eşleşme yakalayabilirsin. Yaz aylarında dış masalarda oturup De Pijp sokaklarının enerjisini izlemek, akşamları ise loş ışıklı bar kısmında birkaç bira eşliğinde günü bitirmek oldukça keyifli.
Konaklama Önerileri
Prag gezinde nerede kalacağını seçmek, şehri keşfetme deneyiminin en önemli parçalarından biri. Şehrin kalbinde, tarihi meydanlara birkaç adım uzaklıkta butik otellerden; modern konforu ön planda tutan uluslararası zincirlere ya da Vltava Nehri manzaralı sakin köşelere kadar farklı seçenekler seni bekliyor.
Her bütçeye ve her zevke uygun otelleri senin için derledik. Kimi otelleri merkezi konumuyla gün boyu yürüyerek gezmeni kolaylaştıracak, kimi ise huzurlu atmosferiyle uzun günün ardından aradığın rahatlığı sunacak. Müşteri yorumları ve öne çıkan avantajlarıyla birlikte Prag’da unutulmaz bir konaklama için en doğru adresleri bu bölümde bulabilirsin.
Four Seasons Hotel Prague
Köprülerin ışıklara dönüştüğü akşam vakti, Four Seasons Hotel’in camından Vltava Nehri’ni izlemek başka bir deneyim. Tarihi Prag siluetiyle modern konforun iç içe geçtiği bu otel, hem konumuyla hem de hizmet kalitesiyle şehirdeki lüks konaklamanın zirvesi.
Adres: Veleslavínova 2a/1098, 110 00 Praha 1, Czech Republic
Charles Köprüsü ve Eski Şehir Meydanı’na yürüme mesafesinde; nehir kıyısında prestijli konum. Four Seasons
Lüks hizmet, spa & wellness olanakları, zarif odalar.
Şehir manzaralı odalar ve nehir kıyısı köşe odalar çok beğeniliyor.
Prague Marriott Hotel
Prag’ın eski taş sokaklarına birkaç adım mesafede, Marriott’un lobi kapısından çıkıp Charles Köprüsü’ne yürümek mümkün. Modern odalarında dinlendikten sonra şehir ışıkları arasında kısa bir gece yürüyüşü keyfiyle günü noktalayabilirsin.
Adres: VDo Brunke 791/1, 110 00 Staré Město, Prague
Eski Şehir bölgesinde merkezi bir konum, Charles Köprüsü, Yahudi Mahallesi gibi noktalara yürüme mesafesinde. Marriott Bonvoy
Büyük, modern odalar; toplantı ve etkinlik salonları mevcut.
Markaya güven ve bilinen servis kalitesi.
Hilton Prague
Vltava Nehri’nin üzerindeki ışıklarla dans eden siluetini balkonda bir içkiyle izlemek istersin, değil mi? Hilton’un panoramik çatı barı tam da bu anı sunuyor. Akşam saatlerinde ışıl ışıl Prag’ı seyretmek için mükemmel.
Adres: Pobrežní 311/1 Prague, 186 00
Nehir manzaralı çatı barı ve restoranıyla; panoramik bakış sunuyor. Hilton
Kapalı yüzme havuzu, spa, sauna gibi tesis imkanları.
Şehir merkeze ideal ulaşım; nehir ve tarihi dokulara yakın.
Hotel Clement Prague
Hotel Clement’in kapısından adımını attığında, birkaç dakikalık yürüyüşle Eski Şehir Meydanı’nın büyüleyici atmosferine karışabilirsin. Günün koşturmacasından sonra modern ve huzurlu odalarında dinlenip, Vltava kıyısında akşam serinliğinde yapacağın kısa bir yürüyüşle Prag’ın ışıklarına karışmak unutulmaz bir deneyime dönüşüyor.
Adres: VDo Brunke 791/1, 110 00 Staré Město, Prague
Vltava Nehri kıyısına ve Eski Şehir bölgesine kısa yürüme mesafesi.
Rahat, modern dekorasyonlu odalar ve konforlu yataklar.
Zengin açık büfe kahvaltı ve dostane hizmet.
Şehrin turistik noktalarına yakın, ulaşımı kolay konum.
Ibis Praha Old Town
Bütçeyi fazla zorlamadan şehir merkezinde kalmak isteyenler için Ibis Praha Old Town iyi bir tercih. Temiz, sade ve ihtiyacın olan her şey var. Sabah kapıdan çıktıktan sonra meydanlara ulaşmak bir adım kadar kolay.
Adres: Pobrežní 311/1 Prague, 186 00
Temel ihtiyaçları karşılayan sade ama konforlu odalar.
Eski Şehir’e yakın; ulaşım kolaylığı.
Uygun fiyat-performans oranına sahip.
